Kategoriler

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Tolga Karanlıkoğlu'yla Mavi Ayın Altında Röportajımız

         Tolga Karanlıkoğlu ile güzel bir röportaj yapacağımızdan daha önce bahsetmiştim.Tolga Bey'in imzalı kitabını göndermesiyle beraber maille sohbetimize başladık. Kendisi beni kırmadı ve benimle röportajı kabul etti hatta Kara Büyü kitabı için de bir röportaj sözü aldım:) Röportajımıza geçmeden önce Tolga Bey hakkında izlenimlerinden bahsetmek istiyorum biraz. 

        Bu kadar alçakgönüllü, içinde inanılmaz güzel bir yazma aşkı bulunan bir yazarla tanışmak benim için mutluluk vericiydi. Tolga Bey'le röportaj yaparken heyecanlanmadan duramadım tabii ki. Ama içtenliği ve güzel sohbetiyle bu heyecanımı aldı götürdü. O kendisinden alçakgönüllülükle bahsediyor hep ama iyi bir yazar olması dışında inanılmaz bilinçli bir kitapsever de aynı zamanda. Kitapları üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik kendisiyle. Röportajımız maille oldu ama ben Tolga Bey'den gelen mailleri okurken yanıma kahvemi eksik etmedim. Siz de kahvelerinizi aldıysanız, sizi tatlı bir sohbetle başbaşa bırakıyorum..

       Kitaplarınızdan konuşmaya geçmeden önce kitapseverlere Tolga Karanlıkoğlu'nu biraz anlatır mısınız?

        İşte bu çok kolay bir soru, zira kendi hakkımda anlatabileceğim uzun uzadıya bir şey yok. Herkes gibi sabah kalkıp işe giden, derin sorumluluklar içinde olan ve elindekiyle mutlu olmayı, şükretmeyi bilen fakat daima daha fazlasının olduğunu bilen, her alanda hem çevremi hem de insanlığı daha iyi noktalara taşımak için bir şeyler yapma çabası içinde biriyim. Bence bu kadar. Gerisini beni tanıyanlara sormanız lazım, ya da aldığınız cevaplardan çıkartmalısınız. Ne iş yaptığımı sorarsanız ben bilgisayar mühendisiyim, bir holdingte çalışıyorum ve İzmir'de yaşıyorum şimdilik.
           Sizi yazar olmaya iten tutkuyu nasıl tanımlarsınız?

         Aslında bununla ilgili bir tanımlama yapabilmem mümkün değil, kafamda yüzlerce fikir bir anında patlıyor ve ben onları bir yere kaydetmezsem kafamı yarıp içinden çıkacaklarını hissediyorum. Tüm yazılarımın birbirinden ilginç öyküleri vardır. Örneğin Mavi Ayın Altında kitabımın ilk üç cildini uykumda yazmıştım. Evet, uykumda! İlk çocuğumuz doğduğunda eşimle salonda yatıyorduk. O zamanlar çocuğa bir oda yapacak veya başka bir odaya klima taktıracak paramız yoktu, biz de hep beraber tek klima olan odada (o da evin klimasıydı zaten) yatıyorduk. Bir gün sabaha karşı bir vakitte, uykumun sonlarına geldiğimi anladığım bir anda üç kitabın hikayesi gözümde canlanıverdi. Hemen uyandım ve sonradan unutma riskine karşı eşimi uyandırıp ona anlattım. Mavi ay serisi böyle başladı. Şimdi ise kafamda yirmi devam kitabı çıkaracak kadar konu birikti fakat henüz bunların çoğunu kağıda dökemedim. Neyse, konudan kopmayalım. İşte bu öyle bir tutku ki yirmi dört saat oturup yazabilirim. Kesinlikle yazmak için yaratılmışım. Hayalim başka hiçbir işe muhtaç olmadan yazarak sorumluluklarımı yerine getirecek ve insanlığa yeni ufuklar açacak projeleri finanse edecek imkana sahip olmaktır. Sorunuza nesnel bir cevap veremedim ama yine de mutsuz olmadınız sanırım bu yanıtı okumaktan =) Hiç olur muyum:) Hayalgücünüzün genişliğini Mavi Ayın Altında'da fazlasıyla hissettim. Böyle bir tutkuyu asla kaybetmeyeceğinizden eminim.
 
 
 
       Kitabın yaratım sürecindeki sizi ve bulunduğunuz ortamı bize anlatır mısınız?

       Genelde olayın ruhunu yansıtan bir müzik bulurum ve bu müzik artık ben hiçbir kısmını anlamayıncaya, bilinç altım tarafından tamamen emilinceye kadar dinlerim. Fakat önemli olan bir şey var: yeni bir hikayenin ilhamı her yerde gelebilir ve dört saniye kalır. Buna bir on beş dakikalık taslak hazırlarım, sonra birkaç saat taslağı mükemmelleştirip yazmaya geçerim. Bir kitabın yazılması aşağı yukarı iki hafta sürer ve tekrar tekrar okunarak geliştirilmesi de altı ay sürer. Burada müzik ile havasına girdiğim kısım son iki kısım oluyor. Örneğin Fatih'in Kahramanı serisini yazarken hep mehter marşları dinledim. Buradan o yüksek seste marşları o kadar kez tekrar dinleyip de hiç şikayet etmeyen ev ahalisini ve mahallenin büyüklerini tebrik ve takdir etmeliyim. Taa ki kendimi bir yeniçeri gibi hissedip karşıdan gelen düşman askerine (yazıcı) kılıcımla (cetvel) ve gürzümle (zımba) girişecek duruma gelinceye, yemeğin hazır olduğunu söyleyen eşime "tiz sofra hazır eylene!" diye Fatih edalı bir yanıt verecek duruma gelinceye kadar bu müzikleri dinlerim. Sonraki kısmı pek hatırlamam, bir tür alt bilincin ortaya çıkarılması durumu bu sanırım. Saatin gece iki olduğunu veya otuz sayfayı devirdiğimi anladığımda görürüm ki zaman akmış geçmiş ve ben yine sayfaları doldurmuşum. Yemekler yenmiş, çocuklar uyumuş, mahallede ayakta kimse kalmamıştır. Sonra biraz zaman geçiririm, unuturum yazdıklarımı. Tekrar okuduğumda "vay anasını yav amma da yazmış herif" diyerek sanki başkasının yazdığı bir şey okuyor kıvamında beğenebiliyorsam olmuştur. Çok beğendiğim kitaplarım da oldu, hiç beğenmeyip komple çöpe attığım veya Mavi Ayın Altında serisinin ikinci kitabı olan Zümrüt Ejder'de olduğu gibi ilk doksan sayfayı yırtıp komple yeniden yazdığım da oldu. 

        Okumak sizin için neyi ifade ediyor?

         Okumak hayatın kendisidir. Gelişmenin ve ilerlemenin yegane yoludur. Asırlardır dünyanın en verimli topraklarında sömürülüyorsak, Finlandiya gibi hiçbir şey yetişmeyen, hiçbir madeni olmayan, hiçbir teknolojik tarihi olmayan ülkeler bugün kopmuş gitmişken biz muazzam yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz, bu kadar genç nüfusumuz ve tarihi birikimlerimizle on milyonluk Finlandiya'nın, şunun bunun gerisindeysek demek ki kendimize daha fazla şeyler katmamız gerekiyor. Okumak bunu yapmamızın tek yoludur. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük adamları, en büyük düşünürleri, fikirleri ve eylemliği ile insanlığa ışık saçmış insanlar sadece bir kitap uzağımızdadır. Onların yüzlerce yılda edindiği bilgilerin yarım saatte alabileceğiniz bir özetidir kitaplar. O insanlar bu bilgilere ulaşmak için hayatlarını harcamış ve türlü bedeller ödemişlerdir ve siz bunlara beş-on lira gibi komik bedellere sahip olabilirsiniz! Bana sorarsanız birisinin bu fırsatı kaçırması için aklından zoru olması gerekir. Gandhi, Franklin, Marx, Lenin, Nitzche, Dumas, Hugo, Öztürk, Yanardağ ve daha milyon tanesi dostluğunu ve birikimini size sunmak için sadece bir kapak kaldırmanızı bekliyorlar. Salak mıyım kardeşim neden okumayayım? İnsanlığın milyar yıllık birikimi avuçlarımda, doğrusu ben açmak için heyecanlanıyorum! Fakat bundan daha da fazlası var! Her gün iki saatim işe geliş gidiş sırasında yolda geçer ve be bu sırada sardalya konservesinden farksız otobüste dahi kitabımı okurum. Elimde daima kitabım vardır, nerede bir banka, bir ödeme veya başka bir işimde beklemem gerekse hemen açar okurum. Bu sayede çok insanla tanıştım ve çok insan "ne var acaba bu kitap denen şeyde, baksana herif elinden düşürmüyor" deyip bir kitap alıp okumaya başladı. Kayınbiraderlerime futbol konulu kitaplar aldım, çocuklarıma boyama kitapları aldım, komşunun kızına aşk romanı aldım, iş yerinden arkadaşlara denizcinin el kitabını aldım, halen de almaya devam ediyorum. Herkesin ilgisine göre, herkese bir alışkanlık kazandıracak kitaplar var piyasada. Elimizde böyle bir nimet varken neden faydalanmayalım? Salak mıyız biz? Dilerim sizin gibi daha bir çok bilinçli kitapsever olur bu ülkede.
 
        Sizi ve kaleminizi besleyen yazarlar kimlerdir?

         Bugüne kadar okuduğum ve kalemimi keskinleştirmemiş yazar yoktur. Okuduğum kitaplardan herhalde %90'ındaki fikirlere neredeyse hiç katılmamışımdır fakat bunlar bana hiçbir şey katmaz demek değildir. Böylece çizginizi netleştirip önermelere karşı kendi özgün yanıtınızı geliştirirsiniz. En azından yazarın gösterdiği konuda düşünürsünüz. Tüm sorunlarımızın çözümü elimizde, tüm soruların cevapları oralarda bir yerde. Bizim onu bulup çıkarmamız lazım. Bu da ancak düşünerek, araştırarak, uygulayarak olur. Tüm faaliyetin yakıtı düşüncedir. Beyinde kıvılcımlar patlamadıkça, o ateş yanmadıkça, o şanzımanın dişlileri yağlanmadıkça, dönmedikçe bizler bir çuval et yığınından başka bir şey değiliz. İneklerin, öküzlerin bile pek çok işlere yaradığı bu tabiatta bir işe yaramayan yegane canlı haline gelmek istiyorsanız kafanızı işletmeyin, bu kadar basit! Neyse, birkaç isim vereyim: Alexander Dumas en sevdiğim yazardır. Demir Maske dışında okuyup da beğenmediğim eseri yoktur. Aslında Demir Maske de ortasına kadar iyi gidiyordu, ancak kralın kardeşi yakayı ele verince değişti kitap, sanki yarı yolunda yazar kaçmış da alakasız biri gelip tamamlamış gibi hissettirdi bana. Fakat Monte Christo Kontu, Üç Silahşörler, Siyah Lale öyle değildi. Her ne kadar yazarın üç yüz küsür eserinden anca yirmi tanesini okumuş olsam da seviyorum kendisini. Hatta Monte Christo Kontu'nun farklı çevirilerini de buldukça okuyorum. Tüylerimi halen diken diken eden bölümleri var. Halen Firavun'un replikasının aynı kargosuyla ve aynı mürettebatıyla limana girip Morrel'in itibarını kurtardığını okuduğumda gözümden yaşlar geliyor, Morcerf'in kendini vuruşunu okuduğumda "oh iyi oldu" deyip okkalı küfürü yapıştırıyorum ardından. Sanırım bir yerli uyarlaması olsa Morcerf'in ardından helva pişirten, lokma döktüren bile olur ülkemizde. Daha pek çok isim sayabilirim ancak yeterince uzattım zaten...
          Karakterleri yaratırken esinlendiğiniz birileri var mı?

         Sürekli olarak bununla ilgili değişik fikirler ortaya atıyor okurlar ancak bende öyle bir çaba yok. Kusursuz süpermanlar da yazarım birbirinden çelişkili ve çetrefilli karakterler de. Çok beklenmedik şeylerle karşılaşabilirsiniz karakterlerimin dünyasında. Mesela bir tanesi için "gerçek hayatta karşıma çıksa da şu küreği bıngıldağına ekleştirsem" diyeceğiniz bir karakter hikayenin orta yerinde aslında bir masumu korumak için asil bir şekilde herkes tarafından kötü bilinmeyi göze almış ulvi bir şahsiyet çıkabilir. Ya da her konuda örnek bir insan olarak görünen karakterin giderek belirginleşen karanlık yönleri de çıkabilir. Daha bugün bir okurum şöyle dedi hatta: "bayılıyorsun okurla oynamaya". Tabir ne yazık ki çok pozitif hisler canlandırmıyor kalplerde, ancak okurun zevk aldığı ana usul aslında bu. Karakterin de konunun da güzelliği sonunun tahmin edilememesinde yatar. Örneğin Mavi Ayın Altında kitabını okuduğunuzda bu cevabın tüm detayları, burada ne anlatılmak istendiği tam ve eksiksiz olarak belirginleşecek zihninizde. Gerçek hayattan romanlara ve hikayelere geçirdiğim kimse yoktur fakat istersem bana söyleyeceğiniz herhangi bir gerçek kişi için öyle bir derin hayat yazarım ki okura o kişiye karşı hissiyatını tam tersine çevirebilirim. Kitabınızı okurken bunu öyle çok hissettim ki okurunuzun yorumuna katılmamak elde değil Tolga bey
          Biraz da Mavi Ayın Altında hakkında konuşalım. Bitirilmiş ama aslında üzerine çok konuşulacak bir son yazmışsınız. Benim gibi merak eden çok okuyucunuz vardır. Kitapta da kendi gibi sessiz sakin anlatılan John’u devam kitaplarında ne tür maceralar bekliyor? Ve ilk kitabın sonuna atıfta bulunacak mısınız? (Sonrası için fazlasıyla merak doluyum) Ve tabii ki en çok merak ettiğim şey Zümrüt Ejder raflarda yerini ne zaman alacak?

        Zümrüt Ejder tamamlandı, hatta serinin sonraki kitabı olan İtalyan Sirki de tamamlanmak üzere. John bir sonraki kitapta hayatını iyice yoluna koymuş olacak ve kütüphanedeki işine devam edecek. Çok düzenli ve kendine güvenli birisi olacak. Sorunları aştı ve kozasından çıktı. Fakat hayat kendisine enteresan sürprizler hazırlıyor ;) İlk kitabın sonuna atıfta bulunma konusunu da açıklığa kavuşturayım. Bu kitabın katili sonraki iki kitapta geri dönmeyecek fakat bir gün geri dönecek ve bu dönüş öyle bir dönüş olacak ki yıllarca unutamayacaksınız. Sabırsızlıkla çıkmasını bekliyorum.

        Kitap boyunca John’un değişimine şahit oluyoruz. John’un karakterini daha da geliştirip, farklılıklar yapmayı planlıyor musunuz? Özellikleri itibariyle ana karakter olan John aslında çok sakin ve sessiz bir karakter. Deyim yerindeyse tam bir bahtsız Bedevi de aynı zamanda. John’u özgüvenli ve daha güçlü bir karaktere büründürmeyi düşünüyor musunuz?

        Evet, sonraki kitapta John kendine güvenini kazanıyor. Aslında bu kitapta bile kazanıyor, çok güzel bir kadının kendisinden hoşlanması ve masumane bir ilişkiye başlamaları onun öz güveninin yerine gelmesine büyük katkı yapıyor okuduğunuz gibi. Fakat değişmez özellikleri de olacak John’un, örneğin tüm gelişimlerine rağmen çekingen ve ürkek biri olmaya devam edecek.

          Biraz da karakterler üzerine konuşmak isterim. John, Jena ve dedektif Wiley hakkında neler söylemek istersiniz?

          John doğa üstü güçlerinin farkında olmayan ve hayatı zorluklar içinde geçmiş biri. Annesi fahişelik yapıyor, babası ise uyuşturucu işine bulaşmış ve sonunda bu yolda ölüp gitmiş. Okul okumamış, bir iş bilmiyor, hiç arkadaşı yok, hiç parası yok ve hiç umudu da yok. Hayatını sürdürüyor o kadar. Doğa üstü güçlerini ise delilik sanıyor.

          Jena tuttuğunu koparan ve güçlü bir kadın. Aslında tüm kadınların olmak isteyebileceği tarzda güçlü ve korkusuz bir kadın. Üstelik hedeflerine ulaşabilmek için dişiliğini de ustalıkla kullanabiliyor. Bir şeyi kafasına koydu mu onu yapabilmek için her yolu inatla deniyor ve hiç bıkmıyor. Doğuştan gazeteci olmak için yaratılmış ve tüm şehir de bunu açıkça görüyor. Günümüzdeki Paula Zahn’ın yirmi yaş kadar genç hali ve daha hafif meşrebi diyebiliriz. 

          Dedektif Wiley’e gelince, o da agresif ve asosyal bir polis. İnsan ilişkilerinde son derece başarısız biri olduğu için çok sevdiği eşiyle evliliğini de yürütememiş. Çok başarılı bir dedektif olmasa da karakol onun bütün hayatı. Yakaladığı suçluların yasal boşluklardan yararlanması fakat politikacıların bunu umursamaması onu zamanla delirtmiş ve kendince alternatif cezalandırma yöntemleri geliştirmeye yöneltmiş. 

          Tabi bunlar sadece ana karakterler, fakat bolca yardımcı karakter var. Her birinin derin bir hayat hikayesi var ve hepsi için başlı başına kitaplar yazılabilir. Bayan Hamilton, dükkan sahibi Hemmings, zengin erkekleri kafalamaya çalışan Meghan Star, kütüphane müdürü Alexander Walsh, bekçi Philip de başlı başına derinliği ve hayat hikayeleri olan karakterler. İkinci kitapta bunlara çok renkli başkaları da ekleniyor. 

        Çok sorulmuştur eminim ama ben de sormadan geçemeyeceğim. Neden mekan olarak New York’u tercih ettiniz?

         Evet çok soruldu. Bu kitaba özgü olarak kendiliğinden zihnimde böyle belirdiği için diyelim ancak bir mekan takıntım yoktur. Her yerde geçen her türlü hikayeler yazabilirim. http://sihirlihayaller.blogspot.com adresindeki blogumda çok farklı türlerden hikayelerimi okuyabilirsiniz. Çoğunluğu ve daha pek çoğu kitap olacak ve siz de okuyacaksınız. Şimdi çok fazla detay vermeyeyim. 

         Güzel sohbetiniz ve ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederim Tolga Bey. Son olarak buradan kitapseverlere ve okuyucularınıza neler söylemek istersiniz?

İyi ki varsınız =)

7 yorum:

  1. Bu keyifli sohbeti yapma şansı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum, değerli Hayal'e sonsuz teşekkürler!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asıl ben teşekkür ederim Tolga Bey ilginiz ve güzel sohbetiniz için.Sevgiler:)

      Sil
  2. evet aldım sodamı geçtim pc nin karşısına ev işlerine mola verdim şimdi başlıyorum okumaya ...

    YanıtlaSil
  3. harika bir röportaj olmuş ya zevkle okudum tam da sodamla aynı anda bitti tüh :D ikisine de doyamadım iyimi :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Afiyet olsun canım benim:)

      Sil
    2. Size bir soda ve bir sohbet borcum olsun

      Sil
    3. İnşaallah tolga bey çok düşüncelisiniz ,soda her zaman içiyorum hiç vazgeçmediğim birşeydir soda sohbete gelince olur inş bir sohbette benle edersiniz ama ben inş ikinci kitabı okuduktan sonra istiyorum inş

      Sil