Şu sıralar kitap okumuyorum. Bu tabii ki "Ülke bu haldeyken kitap yorumlarına ara vermeliyim" gibi bir düşünce içinde olduğum için değil. Okumanın özgürleştirdiğine inanan bir insan olarak bu özgürlük eylemlerine okuyarak, daha çok okuyarak destek vermeyi can-ı gönülden isterdim lakin aklım sadece eylemlerde. Twitter kullanmayan, Facebook'a ayda bir giren bir insanken şimdi 5 dakikada bir kontrol eder oldum bu siteleri. Halk Tv, Ulusal Kanal izleyip, Doğrudaş gazeteleri okumaktan günün nasıl bittiğini fark edemiyorum.
Benim uykularım kaçıyor vatan için Deniz Gezmiş'in de dediği gibi. Gecem gündüzüm çapulcular oldu, bir de uyumak için saydığım penguenler. Ailemi bu kadar merak etmemiştim sanırım. Bu kadar güzel, bu kadar sakin, insanlık dersi verircesine yapılan eylemleri okudukça, duydukça ve bu eylemlere bizzat katılıp gözlemledikçe ülkemle binlerce kez gurur duyuyorum.
Ailemin yanına Antalya'ya geldim 4 gün önce. Her İstanbul'dan ayrılışımızda olduğu gibi bu kez de arkadaşlarımla planlar yapıyoruz. Planları her zamanki gibi " Hadi gel de.." diye başlıyor ve bu kez " Gezi Parkı'nda beraber kitap okuyalım." diye bitiyor. Bu cümleleri sarf eden arkadaşlara sahip olmak da ayrı bir gurur benim için.
Bir çok blog direnişe destek oluyor fiilen ya da manen. Peki nedir bu ağaç meselesi? Neden insanlar bu kadar sokaklara döküldü? Bununla ilgili genel izlenimlerimden ve bazı tarihi gerçeklerden bahsetmek istiyorum dilim döndüğünce. Belki yanlış anlaşılmalar ortadan kalkar ya da bilinçlenmeler oluşur diye umuyorum.
Öncelikle "Gezi Parkı'ndaki 3-5 ağaç için ortaya döküldü" insanlar deniyor. "Değer mi?" diye soruluyor. Değer arkadaşım, nefes alıyorsan hayatta, o ağaçlara borçlusun. İnsanların özellikle büyük şehirlerde yürüyecek, temiz hava alacak, biraz da yeşillik görüp, sakinleşecek yeri mi var da "3-5 ağacından" vazgeçsin.
"Hadi ağaç diye başladı, niye direniş aldı başını gitti?" Çünkü hükümet her istediğini yaptırmaya o kadar alıştı ki, gördüğü yılmayan, "bu ağaçları kestirmeyiz" diyen insanlara "Orantılı Güç!" kullandı. Çoğu medya kanalı Antarktika'nın direnişini, Türkiye'nin güzelini yayınlarken, coplardan, sopalardan, insan hedef alınarak atılan biber gazlarından yüzlerce insan yaralandı. Sesini çıkaramadığı / duyuramadığı için, ülkesine karşı görevlerini yerine getiremediğini düşünen, vicdanlı vatanseverler ( ki bunun için vatansever olmaya gerek yok, vicdanı olanın şiddete göz yumması ne yazık ki mümkün olmuyor!) dayanamadılar ve gittiler kardeşlerinin yanına. Halkın bir kesimi "Oh olsun. Gitmeselermiş" derken, bir kesimi kardeşleriyle orada gaz yiyemediği için evlerinde ağladı, uykuları kaçtı ya da meydanlara çıktı, gazını, cobunu yedi ve bir an bile oraya gittiğine pişman olmadı.
"Peki bunun bir alt yapısı yok mu?" derseniz tabii ki var. Çoğumuzun bildiği, bazılarımızın da anlam veremediği bir dolma süreci söz konusu. Yediğimizden, içtiğimize, yapacağımız çocuktan, giyeceğimiz kıyafete, KİTAPLARA ve daha binlerce şeye yasak geldi, karışıldı. Cumhuriyet'in sadece bir kelime olarak ülkemizin üzerinde durması söz konusuydu. Herkesin özgür bir şekilde, kendi var olan iradelerini kullanma hakları varken, gece yarılarında sorgusuz, sualsiz yasalarla yasaklandı. Tepkiler verilmek istendi, eylemler yasaklandı. Bayramlarımız kutlanmak istendi, yasaklandı. İşte bu yasaklar, bu karışmalar, bu sınırlamalar, birey haklarına müdaheleler insanları doldurdu ve daha bir çok etkenin yaptığı gibi. Bu etkenleri sıralamak bana düşmez ama kaynak vermek gerekirse 2 akşam önce yapılan güzel bir konuşma var bu konuda. Özetle öğrenmek, unuttuklarımızı hatırlamak için RedHack'in konuşmasına buradan ulaşmanızı tavsiye ederim.
Peki bu eylemlerde neler oluyor? İnsanlar genci, yaşlısı birbirine gülen gözlerle bakıyor. Birbirleriyle gurur duyuyor, polislere karşı dikkatli olmalarını tembihliyor ( Ne acı!). Güzel yanı, birbirleriyle maskelerini, Rennie'lerini, yemeklerini, sularını paylaşıyor, biri düştüğünde diğeri hemen yardım ediyor. Gördükleri muamelere karşı yine sevgiyle karşılık veriyor. Asmıyor, kesmiyor, sakin olduğu gibi yanındakilerin de sakin olmalarını sağlıyor. Orantısız güce, orantısız bir mizah ve sakinlikle cevap veriyor. Yandaşlardan yemiyor, içmiyor, onları protesto etmeyi halk olarak tabii haklarıyla yapıyorlar ki yeşilin farklı türünü kaybedenler "Ben de çapulcuyum" diye ortalara çıkıp, açıklama yapıyor. Bu da hak verildiğini mi desek gerçekleri mi gösteriyor desek. Bunu size bırakıyorum.
"Bir de Topçu Kışlası meselesi var başımızda? Neden bu kadar itiraz ediliyor ki?" İşte bu sorunun cevabı tam olarak 31 Mart'ta gizli. Taksim Kışlası ya da diğer adıyla Halil Paşa Topçu Kışlası 1780 yılında tam da Gezi Parkı'nın olduğu yerde kurulmuştu. 31Mart'ta Gericilerin Ayaklanması olarak bilinen " Şeriat İsteriz" diyerek sokaklara yürüyen sarıklıların isyanıydı. Bu isyanın başlangıç noktası da bu Kışla idi. Bu isyanı bastırmaya giden Hareket Ordusu'nda Mustafa Kemal de vardı. "2 Ayyaş" lafı edildiği günlerde bu Kışla'yla yapılmak istenen şeyler de açıktır ama ne siyaset ne de tarih dersi vermek bana düşmez.
Peki gelelim bu eylemlerle, direnişlerle neler girdi hayatımıza? Öncelikle bir avuç ÇAPULCU olduk. "Chapuling" diye bir kelime sokuldu İngilizce'ye ki yurtdışında da bolca kullanılıyor #occupygezi'ye destek verilirken. Gençliğin bilgisayar başında oturan, apolitik, biraz da boş bir nesil olduğunu düşünen annelerimize, babalarımıza aslında ne kadar duyarlı olduğumuzu ve de bilinçli! GÖSTERDİK. Irk, din, dil, cinsel tercih, takım taraftarı,parti ayrımı denen olgular bitti. Açığı, kapalısı, Mhp'lisi, Chp'lisi, ( bir kısım )Akp'lisi, Kürt'ü, Türk'ü, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, Fenerbahçelisi yan yana geldi. Dost oldu. İnsanı, insan olarak sevme bilinci tam anlamıyla oluştu, yerleşti. Şiddete, hırçınlığa karşı sevgiyle karşılık verilebileceğini gösterdi. Eylemin ortasına Kütüphane kuruldu mesela. Paranın geçmediği küçük bir şehir kuruldu Taksim'e. Penguenleri tanıdık mesela. Ne kadar özel hayvanlar olduklarını, gaz bombalarının sansürü olarak gösterdiler çoğumuza. Medyayı tanıdık mesela. Kimin, neyi, nasıl yayınladığını gördük. Baktık medya yoruluyor, Çapultv kuruldu, yeri geldi twitter'da hepimiz haberci olduk. "Yakıyorlar,yıkıyorlar" dedikleri çapulcular her sabah temizliğe başladı. TOMA'ları da temizliğe davet etti üstelik. "Yaptım, oldu" lafını halkın sevmediğini öğrendik hep beraber. Bir de "Korku İmparatorluğu" var ki yıkıldı, yok oldu. İnsanlar korkmadan (içeri atılacağını düşünmeden) düşüncelerini dile getirebiliyor artık.
İşin bir de olumsuz boyutları var ki kayıplarımız. Rahmetle anmaktan öteye geçemiyorum, boğazım düğümleniyor, konuşamıyorum. Çapulcusu, polisi diye ayırmadan dualar edildi. Böyle de olmalıydı. Yaralananlar oldu, gözlerini kaybetti insanlar özgürlük istedikleri için. Kimisi duyuruldu, kimisi gizlendi..
Ülkenin bölünmesinin açık söylemi %50 muhabbeti döndü ortalıkta. Asılsız haberlerle çapulcuların ne dini, ne arı,namusu bırakıldı. Yalan olduğunu bizzat din adamlarından duydular sonra. Gövde gösterileri yapıldı. "Bir işaretin yeter!" yazıldı. Bunlara cevap gene sevgiyle geldi. "Gel Taksim'e bizi bir tanı önce, çay ikram edelim." dendi.
Şimdilik Gezi Parkı'nda bunlar oluyor. Şu bilinci çapulcusu da çapulcu sevmeyeni de fark etmeli. Herkes aynı görüşte olmak zorunda değil. Siyasi görüşleri sizden farklı olması onu ne dinsiz, ne de başka bir şey yapar. Anca yapacağı şey çapulcu. O da gururdur anlayana. Saygı duymayı seçin. İnsanların sizin sevdiğiniz bir şeyi sevmemesi ve buna tepki göstermesi çok doğaldır. Sizin yasaklamalarda "İyi oldu" dediğiniz gibi. Bırakın tepkiler verilsin. Bir gözlemleyin anarşist mi bu kadar insan, yoksa gerçekten bıkmış mı diye? Neye kızıyorlar da sokaklardalar? Anlamaya çalışın. Atatürk'çü olmanın dinden uzak olmak demek olmadığını gösteriyorlar insanlar doğru yerlere bakarsanız. Olmadı bizim sevdiceklerimiz kitaplara başvurun, alın okuyun. Bu halka neden " Muhteşem Türkler" "Çılgın Türkler" denmiş ve şuan neden " Çapulcular" deniyor biraz düşünmeye çalışın. İdeoloji, "idea"dan fikirden gelir. Bir fikir OLUŞTURUN. Ama tek tarafı okumakla olmaz bu fikir. Bunu da unutmayın. Tercihleriniz bu insanlara karşı olabilir ama yine de onlarla ortak bir görüşe sahip olmanız mümkün. DÜŞMAN OLMAYIN, ONLARIN SİZE OLMADIKLARI GİBİ!
Çok güzel yazmışsın.Can-ı gönülden tebrik ederim.Ama sen kitap yorumlarını yazmaya devam etmelisin bence okudukça,bilinçlendikçe özgürleşebiliyoruz ancak.Sevgilerimle...
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Kafamı toplayamadığım için okuyamıyorum. Yakında başlarım tekrar okumaya. Sevgiler
Silİnsanların vurmaya çalıştığı konulara o kadar güzel değinmişsiniz ki tebrik ederim. Herkesin okuması gereken bir yazı olmuş. Bende şunu eklemek isterim. Kimse oradaki insanlarla yani bizle aynı görüşte olmak zorunda değil ama onların tabiriyle 3-5 ağaç için bile sesini duyurmak için bunca direnen bir %50 varsa, yeri geldiğinde o kalan %50 de sesini duyuramayacak. Bunu anlamamakta bu kadar ısrarcılar, ağaçlarımızı korumak için ne mücadeleler veriyoruz ileride neler için savaşmak zorunda kalacağız düşünebiliyor mu acaba merak ediyorum?
YanıtlaSilTeşekkür ederim öncelikle. Ah bir anlatabilsek bu mücadelelerin demokratik, insani, TABİİ bir hak olduğunu. Umarım zaman harcayıp üzerinde düşünenler olur.
Sil